İstanbuli

İstanbul'da yaşamını sürdüren, İstanbul aşığı...

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? .. Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O manayı bul da bul! İlle İstanbul'da bul! İstanbul, İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sünbül kokan Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Necip Fazıl Kısakürek

Evin içinde bir oda, odada İstanbul Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm Çekmeğe başladı, oltada İstanbul Bu ne biçim su, bu nasıl şehir Şişede İstanbul, masada İstanbul Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul Ümit Yaşar Oğuzcan

Son evi gösterin bana İstanbul` da vapur sesinin duyulduğu ki kapısını çalıp söyleyeyim içindekilere daha çok kedi yavrusu ezilsin diye eski iskeleleri sahil yoluyla ayırdıklarını denizden Karşılığında ben de size kanaryası ölüp kuaför salonuna dönüşmeyen kaç mahalle berberinin kaldığını söylerim ya da kaç fötr şapkanın tutsak olduğunu köhne bir konağın askısında Kaç faytoncunun artık taksicilik yaptığını da bilirim ama söylemem onu da siz bulun dikiz aynasına takılı boncuklardaki at kokusundan Sunay Akın

14 Ağustos 2012

Para İle Ölçülürmü

Para İle Ölçülürmü

Askerlik bitince, uzun bir yaz tatile çıkarak askerliğin yorgunluğunu tatilde üzerimden atarak beş parasız eve döndüğümde, baban ‘’Gel bizim yan tarafta genç kafa dengi çocuklar var onların yanında geçici olarak çalış, iyi bir iş bulana kadar harçlığın çıkar’’ dedi ve bendeniz cebim para görsün diye işe başladım.
Gençliğin vermiş olduğu ‘’Hızlı yaşa, genç öl’’ mantığı ile yaz aylarının boşa geçmemesi içi askerlik yoklaması kaçağı oldum ve kasım ayında askerlik şubesine giderek ben geldim diye teslim oldum, kasım ayında askere gidince askerde iki kış, bir yaz görüyorsun ve ikinci yazın başında tezkere alarak geliyorsun, bir yaz dönemini kaybetmemek için yoklama kaçağı oldum, ne mantık ama!
Başladık çalışmaya, birkaç ay sonra Mübarek Ramazan ayı geldi ve başladık oruç tutmaya. Ramazan ayının girmesi ile işyerindeki işler bir açılmaya başladı sipariş üstüne sipariş, bu siparişler üzerine işveren çalışanları topladı ve ‘’Oruç tutmayın da, mesai yapalım’’ dedi.
(İftarı burada yapın, bir kaç saat mesai yapalım diyebilirdi.)
Çalışanların tamamına yakını oruç tutmayı bıraktılar ve mesai yapmaya başladılar, iş yerinde tek oruç tutan bu fakir kaldı.
Bu durum hayatımın dönüm noktası oldu.
Sen kim oluyorsun da ‘’Oruç tutmayın da, mesai yapalım’’ diyebiliyorsun, diye kendi kendime dememe rağmen işveren dediklerinde haklıydı, haklılığının ispatı da diğer çalışanların işveren söyledi diye ve mesai yaparak para kazanacakları için oruçlarını bırakmaları olduğundandır.
İşveren yağcılığı olan ve fazla para için farz ibadetlerini satan bir insan topluluğuna, gayrimüslim olan bir işveren çok rahatlıkla söyleyebilirdi.
Gayrimüslime söyletenler, Müslüman olduğunu söyleyen kişilerdi.
Ne kadar acı bir durum değimli?  gayrimüslim bir vatandaş senin dinine olan samimiyetsizliğini biliyor ve sana böyle bir teklifte bulunabiliyor.
İnançlarından taviz verenler utansın.
İş hayatımın tamamına yakını gayrimüslim işverenlerin yanında çalışmakla geçti, hayatımda hiçbir zaman doğrularımdan ve inancımdan taviz vermedim.
Örnek vermek gerekirse, elli kişilik personeli olan bir şirkette yalnızca bendeniz Cuma namazına gidiyordum, diğerlerine yasaktı, çünkü işe başlamadan evvel şartlarımı söylüyordum.

(Sakın gayrimüslim şöyle veya böyle diye düşünmeyin, iş hayatımda Müslümanlıktan dem vuran nice Müslüman geçinen işverenlerin uygulamalarına şahit oldum ki, insan anlatmaya utanıyor ama yinede yeri gelince anlatırız.)

Tokum Abi

Tokum Abi

Yaşım yirmileri geçmiş olduğu bir dönemde daha evvel komşumuz olan bir ailenin reisi olan bey vefat etmişti, bizde taşınmış oldukları yeni evlerine cenaze için daire komşumuz hanımefendi, oğlu, annem ve bendeniz olarak dört kişi gittik.
Cenaze namazı ve cenaze defin işleri bittikten sonra, biz erkekler cenaze evine geldik, adet olduğu üzere cenaze evinde yemek veriliyordu, bendeniz üç aylar olmasından dolayı niyetliydim, erkekler cenaze evine girerek hazırlanmış sofralara oturmuşlardı, bendeniz arkadaşa ‘’Sen içerire gir yemek ye, ben dışarıda beklerim’’ diyerek, arkadaşı cenaze evine yolladım ve dışarıda beklemeye başladım.
Birkaç dakika geçmeden arkadaş dışarıya gelerek ‘’Seni çağırıyorlar, itiraz etme’’ dedi ve herkesin cenazeden dolayı üzgün olduğu bir ortamda tatsızlık çıkmasın diye bendenizde arkadaşımla birlikte cenaze evinine girerek, kurulu olan sofradan uzan bir kenara ilişerek oturdum.
Sofraya oturmuş olanlar, yine geleneklerimizde olan misafire yemek yedirmek aşkı ile bana ‘’Hadi buyur sofraya’’ tarzında cümlelerle davet ediyorlardı, bendeniz çıkış yolu olarak kısık sesle ‘’Tokum’’ diyerek yalan söylüyor, insanların bir an evvel ilgi ve alakalarını benden çekmeleri için, içimden de dua ediyordum ama nafile sofraya davet etmeler ısrarla devam ediyordu.
Vefat eden merhumun köyden gelmiş kardeşi veya abisi hışım ile sofradan kalkarak üzerime doğru geldi ve sert bir şekilde kolumdan tutarak sofraya doğru çekiştirmeye başladı, insan irisi fiziğe sahip adama karşı direnemiyor, yalnızca kısık sesle ‘’Tokum abi, tokum’’’ diyebiliyordum, insan irisi adam birden durdu ve sert ses tonu ile ‘’Sen yoksa yemeklerimizi beğenmedim mi?’’ dedi, ‘’Tamam bulduk belamızı, hadi bakalım şimdi ne yapacaksın?’’ dedim içimden.
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez derler ya, arkadaş sağ olsun hemen araya girerek, insan irisi adamın kulağıma ‘’Arkadaş oruçlu, onun için yemiyor ’’ dedi ve insan irisi adam yüksek sesle ‘’Daha evvel söylesenize ya’’ diyerek, sofraya oturdu ve diğerleri ile beraber yemekleri kaşıklamaya başladılar ve bir yandan da beni arada bir göz ucu ile süzüyorlar, tebessüm ediyorlardı, bendeniz sır ifşa olduğu için utanıyordum .
Kırk yılda bir, üç aylarda bir gün oruç tutayım diye niyetlendim, sabah cenaze haberini aldım. Cenaze evinde dayak yiyecektim ve iftarı beş kardeş ile açacaktım, hem de niyetli olduğumu söyleyememek nedeninden.

(Allah cc hazretlerinin rızası ve hoşnutluğu için, elimden geldiğince yaptığım ibadetler sebebi ile insanlar tarafından ayrıcalıklı muamele görmemek ve nefsimin gururlan maması için devamlı sırlama gayreti içinde olmuşumdur.)

İlk Oruç

İlk Oruç

‘’İlk orucunu hatırlıyor musun?’’ diye sorulduğunda birçok kişi ilk orucunu hatırlar sanırım, bendeniz hafızamı zorlamama rağmen ilk orucumu hatırlayamadım, yalnızca gözlerimin önüne gelen ilkokula gittiğim zamanlarda, sınıf arkadaşım olan Ali Şükrü ile Haseki hastanesinin yemekhanesinden aldığımız marullar ve salatalıkları ezan okunduğunda yememizdir.
Sınıf arkadaşım olan Ali Şükrü’nün babası Haseki hastanesinde hastabakıcıydı, bizde her akşam okul çıkışı hastaneye gider, hastane bahçesinde oyalanırdık. Arkadaşımın babası hasta bakıcı olduğundan dolayı tüm hastane personeli bizleri tanırdı ve hastanenin birçok bölümüne sırtımızda sırt çantalarımız olduğu halde girerdik, tabi ki yemekhane bölümünü kesinlikle ziyaret eder günlük istihkakımızı alır, hastane bahçesindeki çeşmede yıkar ve bir güzel yerdik.
Aklımda kalan birkaç defa akşam ezanını beklememizden dolayı ilk oruçlu olduğum zamanların, bu zamanlar olduğuna yorumluyorum.
Yiyecekler bittiğinde arkadaşımı evin uğurladıktan sonra Haseki durağından binerdim Eminönü otobüsüne ver elini Sirkeci, dedemin lokantasına Allah ne verdiyse yerdim, ne iştah vardı yinede öyle ya. 


11 Ağustos 2012

Nasıl Geçti Yıllar

Nasıl Geçti Yıllar

Nasılda geçmiş yıllar, 18 gün sonra, 3 yıl olacak blogda yazı yazmayalı, blog yazarı tembel olunca blogda garip kalıyor.
Neyse efendim, ilk iş olarak blogun yüzünü değiştirdik, siyah renk ağırlıklı şablonu yüzümüz, gözümüz açılsın diye bir kaç gün uğraşarak, emek vererek beyaz tonda yapıldı.
İnşallah bu sefer beyaz sayfalarda anıları ve güncel yaşananları paylaşacağız..

Ölmedik, yaşıyoruz, dostlarımızın yorumlarını bekliyoruz. :)

30 Ağustos 2009

Siz Hiç Resmi Geçit İzledinizmi ?

İlk önce bir soru ile başlayalım söze ''Siz Hiç Resmi Geçit İzledinizmi ''



Eğerki izlemediyseniz neler kaybettiğinizin farkında değilsiniz demekki belki bir çoğunuz ne var bunda ya ben biliyorum işte askerler geçiyorlar diyebilirler tabi onlara göre öyle izleyenler için öyle değil tabi o askerler o sert adımları,intizamı ile ve bandonun eşsiz ritmi ile izleyenlerin gönüllerinde Türkiye,bayrak sevdası ve Mehmetciğine güvenini simgeleyen motiflerle süslenmiş kurulan tak'ın altından geçerek resmi geçitlerini yaparlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları ile Mehmetciğinin birbirlerini kucakladıkları yerdir resmi geçitler ben izlemesemde nasıl olsa resmi geçitten geçecek onlar diyebilirsiniz içinizde askerliğini yapmış olan resmi geçite katılan ve katılmayanlar bilirler bu geçit törenlerine hazırlanmanın önemini,süresini ve zahmetini törene katılacak her Mehmetciği bir çok Mehmetcik hazırlar günler öncesinden gerdeğe girecek güveyi hazırlar gibi kimin için bizler için ve düşmanlarımız için biz gurur duyalım gözlerimiz heyecandan ve gururdan yaşarsın diye düşmanlarımızda bu Mehmetciğin heybetinden,intizamından,kararlılığından ve teknolojik imkanlarından etkilensin ve takkesini önüne koysun ve düşünsün diye bu resmi geçitlerde her yaş kategorisindekilerin alacağı bir şeyler vardır bilmem hatırlarmısınız çok küçükken gittiğimiz bu resmi geçit dönüşlerinde büyüyünce ne olacağın sorusuna hepimiz asker olacağız derdik o kadar etkilenirdikki mahallemizdeki oyunlarımızda bile askercilik oynardık elimizde tahta parçalerı tüfek niyetine Mehmetciğimizi taklit ederek onlar gibi yürümek isterdik her ne kadar beceremesekte bu resmi geçitler tam bir bayram yeri ve panayır havasında geçerdi ortada askerler yürür kenarda birbirine kenetlenmiş vatandaşlar daha dışarıdada seyyar satıcılar bayrakcılar,baloncular,simitciler,turşucular ve buna benzer satıcılar devlet erkanının yaptığı günün anlam ve önemine binaen yaptığı konuşmalar biz minicik çocuklara sıkıcı geldiğinde ebeveynlerimizin imdadına bu seyyar satıcılar koşardı biz sıkılan minikleri oyalamak için bu konuşmalardan sonra tören başlardı ebeveynlerimiz bizi önlere doğru iterlerdi resmi geçiti rahat görelim diye çok arkalarda kalmışsak bizleri ya kollarına yada omuzlarına alırlardı rahat izleyelim diye
Neden bu Türkiye Cumhuriyetinin geleceğinin teminatı olan çocuk veya onu omzuna alan baba siz olmıyasınız.



İşte olay tören geçitle birlikte başlardı hani ebeveynlerimiz biz resmi geçit izleyelim diye bizleri getirmişlerdi nerde onlar bizden daha çok kendilerini kaptırmışlardı Mehmetciğin yürürüşüne ve bandonun ritmine bir bakın o zaman annenizin,babanızın yüzüne,gözlerine inanınki ne babanızı nede annenizi görebileceksiniz o zaman tek göreceğiniz şey yüce Türk milletinin çoşkusunu,heyecanını Mehmetciğine güvenini ve onlarla gurur duymasını ve Türkiye Cumhuriyeti bölünmez bütünlüğüne inancını vücudunun her zerresinde kabul etmiş Türk insanını


Neden bu çoşkuyu yaşıyanlarda biri siz olmayasınız.


Neyse lafı uzatmayalım ister daha evvel gitmiş olun veya gitmemiş olun hadi gün bu gündür ebeveynseniz alın çocuklarınızı törene gidin eğer çocuksanız ebeveynlerinize rica edin sizleri götürsünler sizlerin sayesindede onlarda bu çoşkuyu heyecanı yaşasınlar inanınki sizlerden çok daha fazla bu çoşkuyu yaşıyacaklardır Mehmetciğimiz yürürken elleri patlayıncaya kadar alkışlayacaklardır göz yaşlarını saymıyorum kimi dışına akıtır kimide içine bu çoşkuyu yaşıyacaklarda hele bir kalkabilseler oturdukları yerden.

15 Ağustos 2009

Hasretim ve Özlemim












Bundan sonra ağustosta gelmiyeceğim,çok sıcak oluyor dayanamıyorum,eylül veya ekimde gelirim diyordu,halbuki bilmiyorduki birdahaki ağustos ayını göremiyeceğini,insan yalan söylermi,hemde büyük günah olduğunu bildiği halde,üstelik hemde babasına karşı,evet,evet bir evlat olarak söyledim,her zaman her şeyi en doğru şekilde ifade ettiğim halde,’’sen ölüyorsun baba’’… dememek ve umutlarını tüketmemek için yalan söyledim,canım babam nefes darlığı çektiğini sanıyordu yalanlarımızdan dolayı.

Ne güzel yolcu etmiştik tatile yollarken o bembeyaz saçlı cemali güzel ruhu güzel adamı,öksürüğünü basit bir soğuk algınlığı sanarak,klimalardan uzak dur tembihi ile halbuki bizde gidecektik senelik iznimizde hep beraber tatil yapacaktık,kimbilirdiki kaderin bizleri ayrılığa götürdüğünü.

Zamansız çalan kapı zili ile telefon sesi her zaman için tedirgin etmiş ve kapıyı veya telefonu açana kadar geçen süre zarfında ne endişeli düşünceler oluşurdu kafamın içinde,yine böyle bir zamansız çalan cep telefonunun sesi ile irkilerek,telefonu açtım,kulağımda annemin o güzel sesi ama üzgün ve bir o kadarda bir şeyler gizliyormuş ses tonu ile ‘’gelmiyormusunuz babanın durumu iyi değil’’… diye ifade edişi,öyle anlar vardır ya zaman birden durur ne düşüneceğini,ne söyliyeceğin bilmezsin,vucudun ordadır ama sen yoksundur,seni sen yapan düşüncelerindir,işte böyle bir kısa devre anı yaşadım,bu kısa devre olayı babamın ak ve pak yolculuğunun,benim hasretimim,özlemimim dayanılmazlığa ulaşacağı olan geleceğimin işaretiydi.

Gece yarısı olmuştu,İstanbuldan akşam saatlerinde çıkmamıza rağmen,şımarıklıktanmıdır veya başka isim bulamadığımızdanmıdır yazlık diye ifade ettiğimiz fakirhaneye yeni gelmiştik ,balkonda hal hatır sorma klasik işlemlerinden sonra olayların gidişatını anlatırken anacığım ağzındaki baklayı çıkardı

‘’Babanız Kanser çocuklar’’...

‘’Doktor sizi İstanbula sevk etmiyorum,orda iş olsun diye keser biçerler,boşu boşuna kesilmiş biçilmiş olur,bu aşamadan sonra yapacak hiç bir şey yok’’...


Neyin nerden,kim tarafından takdir edildiğini bildikten sonra,amenna diyerek teslim olup takdiri ilahi karşısında boyun kesmek,birer kul ve fani olarak bizlerin vazifesiydi.


İnsan her zaman için en sevdiklerinin acı kayıplarını yaşayacağını düşünürde,nasıl vefat edeceklerini düşünmez,yanlızca kendini nasıl bir son beklediğini bazı zamanlar düşünür,işte bu düşüncelerin tam tersinin düşündüğüm günlerin arifesindeydim,canım dediğim babam hakka nasıl yürüyecekti,kelime-i şahadet getirebilecekmiydi,yoksa dayanılmaz ağrılarının verdiği acı ile isyankarmı olacaktı


Annacığımın içimi dağlıyan kor ateşi haberi ile,yol yorgunluğunu bahane ederek,savunma mekanizmasımı diyelim,yoksa o an için olaylardan kaçışmı diyelim bilemiyorum,sıkıştığım her zaman için yaptığım uykuya kaçış,sanki uyanınca bunlar olmamış olacak veya gördüklerin bir rüyadan başka bir şeyler değilmiş diyecekleri beklentisi içinde,benim gibi zayıf insanların saklandıkları bir şeyler vardır benim sığınağımda uyku,onun için sığınağım olan uyumaya çekildim.


Derinden bir sesler geliyor,anlaşılmaz tuhaf böğürtüyü andıran sığınağında saklanan ruhumun bedeninin kulağına.


‘’Ölüyorum ben’’...


Nasıl yataktan kalktığımı bilemiyorum,tek bildiğim omuzumdaki dayanılmaz acı,sesin geldiği tarafa giderken omzumu kapının pervazına vurmuşum,ne şekilde yataktan fırladıysam,nasıl fırlamayayım canım babam ‘’ölüyorum ben’’... diyordu,benim babam nasıl ‘’ölüyorum ben’’ ... derdi,yoksa korkularım gerçekmi oluyordu babam isyanmı ediyordu,belki başkaları için çok doğal bir durum olabilir, ‘’Ölüyorum ben’’ ... kelimesi,başkalarına göre doğal olan bana göre anormaldi,benim baban ‘’ölüyorum ben’’… diyemezdi,dememeliydi,babama,bana ve bize yakışmazdı.

Evin içinde bir koşuşturmadır var,meğerse canım babam hastalığının verdiği öksürükten dolayı tükürme ihtiyacı hissetmiş,anacığımdan tükürük kapı istemiş,onlar tükürük kapı yetiştirme içersindeyken,korkularının esiri olmuş bendeniz,boğuk öksürük ile ‘’kap getirin’’… cümlesini,’’ölüyorum ben’’ ... diye anlamışım,Hamd olsun o an için korktuğum gerçekleşmedi.


Hastalığın seyrinin daha ağırlaştığı ve zahmetli olduğu zamanlarda yeniden dönmek üzere İstanbula dönmeye karar verdik,iznim bitmişti çalıştığım iş yerinde iş başı yapmam gerekiyordu,malum geçinebilmek için çalışmak gerekiyor,anacığım babama ‘’çocuklar yeniden gelmek üzere İstanbula dönecekler’’... demiş,canım baban benim için ‘’gitmesin o güçlüdür,kalsın’’... demiş,anacığım bu ‘’ gitmesin o güçlüdür,kalsın’’... lafını bana söylediğinde o kadar mutlu oldumki,bir evlat için ne güzel bir söz bu böyle ‘’gitmesin o güçlüdür,kalsın’’... sözü,hayatı boyunca çalışmasını çok ama çok seven birinin,dünya bir tarafa evlatları bir tarafa mantığı güden,evlatlarının rahatı için kendisini feda eden birinin,evladının işsiz kalacağını bile bile, ‘’o gitmesin’’… demesi ne şaşılacak bir durum değilmi ?

Kimbilir belkide durumun farkına varmış,belkide hem bedensel güçlü oluşum,hemde ruhsal olarak güçlü oluşumumdan dolayımı dedi bilemiyorum,ama şu bir gerçekki her zaman için inanç konularındaki düşüncelerime ve sözlerime kıymet verirdi,her bir şeyin en ince ayrıntısına kadar bildiğimi ve bazı şeylerin özüne vakıf olduğuma inanırdı,her duyduğu dini sözü ve olayı
gelir bana onaylatırdı,benim anlattıklarımla kalbi mutmain olurdu canım babamın.


Babam evin dışında bir simit bile alıp yemezdi,çocuklarının o an için boğazlarından geçmiyor diye,bizler ise soluduğumuz havayı bile sakladık ondan,aldığımız oksijen tüpünü bile babamın arkası dönükken görmesin diye eve öyle getirdik ve sakladık,bir defa tadarsa devamlı ister alışkanlık yapar,bu alışkanlık sonucu ilerleyen günlerde bu tüpün verdiği oksijende yeterli gelmez diye,daha çok zor günler için sakladık,sakladık ‘’baba senden havayı bile sakladık’’...


Garibimin içi yanardı hastalığının verdiği hararet ile buzlu su isterdi içmek için, ayaklarına leğen isterdi soğuk su koyardık ayaklarını leğenin içine soğuk suya sokardı rahatlamak için,bazende ‘’başıma soğuk su dökün’’… derdi,içinin yandığında kavun verirdik buzdolabından çıkmış soğuk kavunu nasılda yerdi,çok hoşuna giderdi rahatlattığı için devamlı kavun isterdi,babamın odası evimizin lodosa bakan odasıydı,yatamazdı çekyatın üstüne oturur başını lodos esen pencereye koyar öyle uyumaya çalışır,uyuyamazdıda ,bir şeye ihtiyacı olur,yanlız kalmasın diye nöbetleşe başında beklerdik,nöbetin bende oldu vakit odada ayakta beklerdim,taki yorulana denk,yorulduğum zaman çekyatın dibine çökerdim,babamın ayaklarının dibine,yerde olduğum için babamın kaba eti yüzümün hizasına gelirdi,kavun yediğinden dolayı çok gaz olurdu ve hastalığının verdiği durumdan dolayıda gazı salardı yüzüme,yüzüme,ne güzel kokardı sen kokan kavun kokusu,’’özledim be baba çok özledim yüzüme yellenmeni bile özledim’’...

İki elimizin parmaklarını geçmeyecek zaman süresinde olaylar gelişti,son gecelerinde iyice ağırlaştı,ağrıları çoğaldı artık inliyordu,acılardan uyuması bile mümkün değildi,elimizden hiç bir şey gelmiyor,ancak dua ediyorduk,dualarım sağlığına kavuşması için değil,imanını kaybetmemesi için Allah Cc hazretlerine yalvarmaktı,babacığımın diline zikir vermesi,canını teslim edeceği zaman ruhunu kabz etmeye gelen melekul mevt ve yardımcılarının gül yüzlüler olarak gözükmeleri ve canım babacığımı korkutmamaları içindi dualarım,en büyük korkum,babacağımı korkutacakları olmuştu,Allah Cc dualarımı kabul etsin diye,naz makamında olan evliyanın büyüklerini büyük bir çoğunluğunu aracı olarak dualarıma eklemiştim,Allah Cc bu günahkar kulunun duasını kabul etmese bile,kendine dost olan evliyaullahın yüzü suyu ve hatrı hürmetine dualarımı kabul eder diye,Hamd olsun Allah Cc hazretleri dualarımı kabul eyledi,evliyaullahın ruhaniyetide bizlerin yanında oldu.

Saatler geçmek bilmiyordu,geceler o kadar uzunduki sanki güneş bir daha doğmuyacak sabah olmıyacak sanıyordum,babacığım inildiyor,bu iniltiler bana endişelerim ve korkularım yüzünden ah,vah gibi kulağıma geliyordu,
‘’sabır babacığım sabır Allah de’’... diye telkinde bulunuyordum,babacığım zar zor başını bana çevirdi ve feri gitmiş gözleri ile bakarak,inilti ve homurtu karışımı kısık bir ses ile,
‘’Allah,Muhammed diyorum oğlum’’…,
‘’Allah,Muhammed’’... dedi
Allahu Ekber,yüce rabbim sana hamdü senalar olsun,ne güzel bir müjde bu,babacığımın diline zikri yerleştirdin,benim korkularımıda yok ettin.

Geçmek bilmez bir gecenin sonunda güneş doğmak üzereydi,babacığım balkona çıkar beni dedi,on metrelik balkona giden yolu,onbeş,yirmi dakikada defalarca mola vererek gittik,nefes alamadığından iki adım atıyor ve tıkanıyordu,tıkandıkca mola veriyorduk,kucağıma veya sırtıma alamıyordum bir yerini acıtacağım endişesi taşıdığım için,balkona çıkınca sandalyeye oturttum,mecali kalmadığından başını masaya yasladı,masa ile başının arasına yastık koydum,hani ecel teri döküyor derler ya,ilk defa ecel teri görmek babamda nasip oldu,babam ecel teri döküyordu,teri göğsünden göbeğine süzülüyor yere damlıyordu sabahın ayazında.

Gün doğdukdan sonrada bir veya iki kere çıktık balkona,babacığımın gözü devamlı saatteydi,saati göremediği zaman bile, ‘’saat kaç oldu’’... diye devamlı soruyordu,sanki birine randevü vermişte veya biri gelecekte onu bekliyordu,zamanı öğrenip ne kadar kaldı diye,
‘’hadi beni odama götürün’’...dedi,ev ahalisi kalkmışlardı kimileri kahvaltı hazırlığı yapıyor,kimileride babamın yanındaydılar,iki kişi babamın kollarına girerek odasına götürmeye çalışıyorlardı,yine sık,sık mola vererek,her molada sandalyeye oturuyordu, ama ne olduysa oldu odasına iki metre kala verdiğimiz molada,’’beni yere indirin’’... dedi,hep beraber babacığımı yere indirdik şilte getirerek üstüne yarım yatar şekilde oturttuk,çok zor nefes alıyordu,

Aniden büyük torununu kast ederek ''T..... nerde’’... diye seslendi,''markete ekmek almaya gitti''... diye cevap verdiler,artık iyice nefes alışı zorlanmaya başlamıştı,yelpaze ve vantilatör kafi gelmiyordu,babacığımızdan sır gibi sakladığımız oksijen tüpünü ortaya çıkarma vakti gelmişti,oksijen tüpünü getirdik ve burnundan hava vermeye başladık,daha iki nefes almamıştıki,rahatsız oldu, ''çıkarın bu şeyi burnumdan''... dedi,bizlerde çıkarttık tam o sırada büyük torunu marketten geldi,''Baba T..... geldi'' diye söylendi,babamda kendini zorlayarak,’’T.... ben gidiyorum’’.....diye seslendi,
ölmekmi yoksa gitmekmi?
Hz Yunusun dediği gibi ''ölen hayvanmış,aşıklar ölmez''...babam ölmüyordu,babam gidiyordu,yüce rabbbim sen işini bilirsin,hak edene hak ettiğini verirsin.

Bir sesleniş daha zorlayarak,derinden''N…. gel ayaklarımı ovala''... diye anneme seslendi,annem ayaklarını ovalarken,bir çoğumuz abdest alarak tesbihata başladık,kimimiz yasini şerif okuyor,kimimiz zikr ediyor,kimimizde bildiği duaları okuyor bir yandanda rahat nefes alsın diye yelpaze ile yelliyorduk,etrafında müstakbel zevcesi,evlatları,gelinleri,torunları ve baldızı vardı,ne güzel değilmi ?
Allah Cc bizlerinde son nefesimizi verirken,sevdiklerimizin yanımızda olmasını nasip ve ihsan etsin.

Gerçekten yüreğinle sevdiği,beyaz kız dediği aşkına,’’N…. Hakkını helal et’’… dedi,derkende o nefes almasındaki zorluklar ortadan kalkmış,sanki ciğerlerinde hiçbir problem yokmuş gibi çok normal vaziyette nefes alıyordu,bizlerinde artık yelpaze sallamamıza gerek kalmamıştı,annem ‘’helal olsun,sende hakkını helal et’’… dedi,ne oluyordu bize hakkını helal etmeyecekmiydi yoksa,ani bir refleksle heb beraber koro eşliğinde,’’baba bizlerede hakkını helal et’’… diye seslendik,aslında bu hakkını helal etmez diye seslenişimiz bir panik değil,biliyorduk her zaman için hakkını helal ettiğini,ailesi ve çocuklarını canından çok düşünen bir kişinin başka bir türlü davranması düşünülemezdi bile,bizimkisi adet olanı yerine getirmekti.

Babam hayatında hiç zemzem içmezdi ve içmemiştide,sorardık ‘’neden içmiyorsun’’… diye,’’zemzem içmeye layık bir ağızım yok,günü gelince içerim’’… derdi ve günü geldiğinde kaşık,kaşık kana,kana içti,Allah Cc suyuna böyle saygı gösterenin içinin hararetini zemzem ile söndürmezmi ?

‘’Tilki’’… diye avazı çıktığı kadar yüksek bir ses tonu ile bağırdı,çocuklar gelişen olaylara şahit olmasınlar ve aslında bu gibi durumlarda olabilecek ters durumları görmesinler ve hafızalarına yer etmesin diye çocukları balkona çıkarmıştık,küçük torununa tilki derdi,küçük torun uyanık bir şey olduğundan dolayı,eve gelir herkese selam verir küçük torununada ‘’tilki naber’’… derdi,küçük torunda dedesine ‘’tilki iyidir’’ derdi,kimi kelimelerin kullanılması çok saçma gelebilir ama o saçma dediğimiz kelimeler bir birlerini sevenlerin,sevgilerini en iyi ifade ediş şeklidir,küçük torunda dedesinin son anlarındaki ‘’tilki’’… diye veda niteliğindeki bağırmasına,balkondan oda ‘’tilki ‘’… diye cevap verdi,dedesine son seslenişiydi.

O kadar rahat bir şekilde tane tane kelimeler dökülü verdi kainatın kandili olan ve insanın kulluğunun idrakinin mührü olan mübarek kelimeler,mübarek ağzından,insanların,cinlerin ve meleklerin şahitliğinde dökülü verdi.

‘’Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu’’

Ve büyük bir sessizlik,özlem ve hasret…


Anacığımın laf,lafı,konu,konuyu açınca defalarca yinelediği bir söz vardı,’’babanızın teri çok güzel kokar çocuklar,babanızın terini koklamak çok koşuma gider’’… derdi
Evet baba senin terin çok güzel kokuyordu,’’ter kokunu özledim baba’’...
Sen evine gitmek için kalkar kapıya doğru yönelirdin,bende seni yolcu etmeye peşinden gelir sana sarılırdım,’’hadi varmısın güreşe’’… derdim,sen ise ‘’hadi ordan sen ayısın,ben senle güreşebilirmiyim’’…derdin,’’sana sarılmayı,bana ayı demeni özledim baba’’…
Hep bana ‘’sen ölü soyucusun’’… derdin,evet baba çok ölü soydum,senide soydum baba,sen tertemizdin,ak ve pak’’senin ak ve pak bedenini özledim baba’’…
Hiç sevmezdin kendini öptürmesi ama,bir şey olduğunda her zaman beni ikna edebilmek için’’ölümü öp’’… derdin ya,teneşirde çok güzel duruyordun,çok yakışıklıydın,alnından öptüm seni baba,hala bu öpüşün tadı dudaklarımda,’’seni zorla öpmeyi özledim baba’’…

Seni çok özledim baba,babam olduğun için,dostum olduğun için,arkadaşım olduğun için,BABA seni sen olduğun için çok özledim…

Hepimiz Seni Çok,Çok Özledik….



Ve


15.08.2000 yılının üstünden tam tamına 9 koca yıl geçti,hasret içinde anılar ile.