14 Ağustos 2012
Para İle Ölçülürmü
Askerlik bitince, uzun bir yaz tatile çıkarak
askerliğin yorgunluğunu tatilde üzerimden atarak beş parasız eve döndüğümde,
baban ‘’Gel bizim yan tarafta genç kafa dengi çocuklar var onların yanında
geçici olarak çalış, iyi bir iş bulana kadar harçlığın çıkar’’ dedi ve bendeniz
cebim para görsün diye işe başladım.
Gençliğin vermiş olduğu ‘’Hızlı yaşa, genç öl’’
mantığı ile yaz aylarının boşa geçmemesi içi askerlik yoklaması kaçağı oldum ve
kasım ayında askerlik şubesine giderek ben geldim diye teslim oldum, kasım ayında askere gidince
askerde iki kış, bir yaz görüyorsun ve ikinci yazın başında tezkere alarak
geliyorsun, bir yaz dönemini kaybetmemek için yoklama kaçağı oldum, ne mantık
ama!
Başladık çalışmaya, birkaç ay sonra Mübarek Ramazan
ayı geldi ve başladık oruç tutmaya. Ramazan ayının girmesi ile işyerindeki
işler bir açılmaya başladı sipariş üstüne sipariş, bu siparişler üzerine işveren
çalışanları topladı ve ‘’Oruç tutmayın da, mesai yapalım’’ dedi.
(İftarı burada yapın, bir kaç saat mesai yapalım diyebilirdi.)
Çalışanların tamamına yakını oruç tutmayı
bıraktılar ve mesai yapmaya başladılar, iş yerinde tek oruç tutan bu fakir
kaldı.
Bu durum hayatımın dönüm noktası oldu.
Sen kim oluyorsun da ‘’Oruç tutmayın da,
mesai yapalım’’ diyebiliyorsun, diye kendi kendime dememe rağmen işveren dediklerinde
haklıydı, haklılığının ispatı da diğer çalışanların işveren söyledi diye ve
mesai yaparak para kazanacakları için oruçlarını bırakmaları olduğundandır.
İşveren yağcılığı olan ve fazla para için
farz ibadetlerini satan bir insan topluluğuna, gayrimüslim olan bir işveren çok
rahatlıkla söyleyebilirdi.
Gayrimüslime söyletenler, Müslüman olduğunu
söyleyen kişilerdi.
Ne kadar acı bir durum değimli? gayrimüslim bir vatandaş senin dinine olan
samimiyetsizliğini biliyor ve sana böyle bir teklifte bulunabiliyor.
İnançlarından taviz verenler utansın.
İş hayatımın tamamına yakını gayrimüslim
işverenlerin yanında çalışmakla geçti, hayatımda hiçbir zaman doğrularımdan ve
inancımdan taviz vermedim.
Örnek vermek gerekirse, elli kişilik
personeli olan bir şirkette yalnızca bendeniz Cuma namazına gidiyordum, diğerlerine
yasaktı, çünkü işe başlamadan evvel şartlarımı söylüyordum.
(Sakın gayrimüslim şöyle veya böyle diye
düşünmeyin, iş hayatımda Müslümanlıktan dem vuran nice Müslüman geçinen
işverenlerin uygulamalarına şahit oldum ki, insan anlatmaya utanıyor ama yinede yeri
gelince anlatırız.)
Tokum Abi
Tokum Abi
Yaşım yirmileri geçmiş olduğu bir dönemde
daha evvel komşumuz olan bir ailenin reisi olan bey vefat etmişti, bizde
taşınmış oldukları yeni evlerine cenaze için daire komşumuz hanımefendi, oğlu, annem
ve bendeniz olarak dört kişi gittik.
Cenaze namazı ve cenaze defin işleri bittikten
sonra, biz erkekler cenaze evine geldik, adet olduğu üzere cenaze evinde yemek
veriliyordu, bendeniz üç aylar olmasından dolayı niyetliydim, erkekler cenaze
evine girerek hazırlanmış sofralara oturmuşlardı, bendeniz arkadaşa ‘’Sen
içerire gir yemek ye, ben dışarıda beklerim’’ diyerek, arkadaşı cenaze evine
yolladım ve dışarıda beklemeye başladım.
Birkaç dakika geçmeden arkadaş dışarıya
gelerek ‘’Seni çağırıyorlar, itiraz etme’’ dedi ve herkesin cenazeden dolayı
üzgün olduğu bir ortamda tatsızlık çıkmasın diye bendenizde arkadaşımla
birlikte cenaze evinine girerek, kurulu olan sofradan uzan bir kenara ilişerek
oturdum.
Sofraya oturmuş olanlar, yine
geleneklerimizde olan misafire yemek yedirmek aşkı ile bana ‘’Hadi buyur sofraya’’
tarzında cümlelerle davet ediyorlardı, bendeniz çıkış yolu olarak kısık sesle ‘’Tokum’’
diyerek yalan söylüyor, insanların bir an evvel ilgi ve alakalarını benden
çekmeleri için, içimden de dua ediyordum ama nafile sofraya davet etmeler
ısrarla devam ediyordu.
Vefat eden merhumun köyden gelmiş kardeşi
veya abisi hışım ile sofradan kalkarak üzerime doğru geldi ve sert bir şekilde
kolumdan tutarak sofraya doğru çekiştirmeye başladı, insan irisi fiziğe sahip
adama karşı direnemiyor, yalnızca kısık sesle ‘’Tokum abi, tokum’’’ diyebiliyordum,
insan irisi adam birden durdu ve sert ses tonu ile ‘’Sen yoksa yemeklerimizi beğenmedim
mi?’’ dedi, ‘’Tamam bulduk belamızı, hadi bakalım şimdi ne yapacaksın?’’
dedim içimden.
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez derler ya, arkadaş
sağ olsun hemen araya girerek, insan irisi adamın kulağıma ‘’Arkadaş oruçlu,
onun için yemiyor ’’ dedi ve insan irisi adam yüksek sesle ‘’Daha evvel
söylesenize ya’’ diyerek, sofraya oturdu ve diğerleri ile beraber yemekleri
kaşıklamaya başladılar ve bir yandan da beni arada bir göz ucu ile süzüyorlar, tebessüm ediyorlardı, bendeniz sır ifşa olduğu için utanıyordum .
Kırk yılda bir, üç aylarda bir gün oruç tutayım
diye niyetlendim, sabah cenaze haberini aldım. Cenaze evinde dayak yiyecektim ve iftarı beş kardeş ile açacaktım,
hem de niyetli olduğumu söyleyememek nedeninden.
(Allah cc hazretlerinin rızası ve hoşnutluğu için, elimden geldiğince yaptığım ibadetler sebebi ile insanlar tarafından ayrıcalıklı muamele görmemek ve nefsimin gururlan maması için devamlı sırlama gayreti içinde olmuşumdur.)
İlk Oruç
İlk Oruç
‘’İlk orucunu hatırlıyor musun?’’ diye sorulduğunda
birçok kişi ilk orucunu hatırlar sanırım, bendeniz hafızamı zorlamama rağmen ilk
orucumu hatırlayamadım, yalnızca gözlerimin önüne gelen ilkokula gittiğim
zamanlarda, sınıf arkadaşım olan Ali Şükrü ile Haseki hastanesinin
yemekhanesinden aldığımız marullar ve salatalıkları ezan okunduğunda yememizdir.
Sınıf arkadaşım olan Ali Şükrü’nün babası
Haseki hastanesinde hastabakıcıydı, bizde her akşam okul çıkışı hastaneye
gider, hastane bahçesinde oyalanırdık. Arkadaşımın babası hasta bakıcı olduğundan
dolayı tüm hastane personeli bizleri tanırdı ve hastanenin birçok bölümüne
sırtımızda sırt çantalarımız olduğu halde girerdik, tabi ki yemekhane bölümünü
kesinlikle ziyaret eder günlük istihkakımızı alır, hastane bahçesindeki çeşmede
yıkar ve bir güzel yerdik.
Aklımda kalan birkaç defa akşam ezanını
beklememizden dolayı ilk oruçlu olduğum zamanların, bu zamanlar olduğuna
yorumluyorum.
Yiyecekler bittiğinde arkadaşımı evin uğurladıktan
sonra Haseki durağından binerdim Eminönü otobüsüne ver elini Sirkeci, dedemin
lokantasına Allah ne verdiyse yerdim, ne iştah vardı yinede öyle ya.
11 Ağustos 2012
Nasıl Geçti Yıllar
Nasıl Geçti Yıllar
Nasılda geçmiş yıllar, 18 gün sonra, 3 yıl olacak blogda yazı yazmayalı, blog yazarı tembel olunca blogda garip kalıyor.
Neyse efendim, ilk iş olarak blogun yüzünü değiştirdik, siyah renk ağırlıklı şablonu yüzümüz, gözümüz açılsın diye bir kaç gün uğraşarak, emek vererek beyaz tonda yapıldı.
İnşallah bu sefer beyaz sayfalarda anıları ve güncel yaşananları paylaşacağız..
Ölmedik, yaşıyoruz, dostlarımızın yorumlarını bekliyoruz. :)