İstanbuli

İstanbul'da yaşamını sürdüren, İstanbul aşığı...

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? .. Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O manayı bul da bul! İlle İstanbul'da bul! İstanbul, İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sünbül kokan Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Necip Fazıl Kısakürek

Evin içinde bir oda, odada İstanbul Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm Çekmeğe başladı, oltada İstanbul Bu ne biçim su, bu nasıl şehir Şişede İstanbul, masada İstanbul Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul Ümit Yaşar Oğuzcan

Son evi gösterin bana İstanbul` da vapur sesinin duyulduğu ki kapısını çalıp söyleyeyim içindekilere daha çok kedi yavrusu ezilsin diye eski iskeleleri sahil yoluyla ayırdıklarını denizden Karşılığında ben de size kanaryası ölüp kuaför salonuna dönüşmeyen kaç mahalle berberinin kaldığını söylerim ya da kaç fötr şapkanın tutsak olduğunu köhne bir konağın askısında Kaç faytoncunun artık taksicilik yaptığını da bilirim ama söylemem onu da siz bulun dikiz aynasına takılı boncuklardaki at kokusundan Sunay Akın

30 Ağustos 2009

Siz Hiç Resmi Geçit İzledinizmi ?

İlk önce bir soru ile başlayalım söze ''Siz Hiç Resmi Geçit İzledinizmi ''



Eğerki izlemediyseniz neler kaybettiğinizin farkında değilsiniz demekki belki bir çoğunuz ne var bunda ya ben biliyorum işte askerler geçiyorlar diyebilirler tabi onlara göre öyle izleyenler için öyle değil tabi o askerler o sert adımları,intizamı ile ve bandonun eşsiz ritmi ile izleyenlerin gönüllerinde Türkiye,bayrak sevdası ve Mehmetciğine güvenini simgeleyen motiflerle süslenmiş kurulan tak'ın altından geçerek resmi geçitlerini yaparlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları ile Mehmetciğinin birbirlerini kucakladıkları yerdir resmi geçitler ben izlemesemde nasıl olsa resmi geçitten geçecek onlar diyebilirsiniz içinizde askerliğini yapmış olan resmi geçite katılan ve katılmayanlar bilirler bu geçit törenlerine hazırlanmanın önemini,süresini ve zahmetini törene katılacak her Mehmetciği bir çok Mehmetcik hazırlar günler öncesinden gerdeğe girecek güveyi hazırlar gibi kimin için bizler için ve düşmanlarımız için biz gurur duyalım gözlerimiz heyecandan ve gururdan yaşarsın diye düşmanlarımızda bu Mehmetciğin heybetinden,intizamından,kararlılığından ve teknolojik imkanlarından etkilensin ve takkesini önüne koysun ve düşünsün diye bu resmi geçitlerde her yaş kategorisindekilerin alacağı bir şeyler vardır bilmem hatırlarmısınız çok küçükken gittiğimiz bu resmi geçit dönüşlerinde büyüyünce ne olacağın sorusuna hepimiz asker olacağız derdik o kadar etkilenirdikki mahallemizdeki oyunlarımızda bile askercilik oynardık elimizde tahta parçalerı tüfek niyetine Mehmetciğimizi taklit ederek onlar gibi yürümek isterdik her ne kadar beceremesekte bu resmi geçitler tam bir bayram yeri ve panayır havasında geçerdi ortada askerler yürür kenarda birbirine kenetlenmiş vatandaşlar daha dışarıdada seyyar satıcılar bayrakcılar,baloncular,simitciler,turşucular ve buna benzer satıcılar devlet erkanının yaptığı günün anlam ve önemine binaen yaptığı konuşmalar biz minicik çocuklara sıkıcı geldiğinde ebeveynlerimizin imdadına bu seyyar satıcılar koşardı biz sıkılan minikleri oyalamak için bu konuşmalardan sonra tören başlardı ebeveynlerimiz bizi önlere doğru iterlerdi resmi geçiti rahat görelim diye çok arkalarda kalmışsak bizleri ya kollarına yada omuzlarına alırlardı rahat izleyelim diye
Neden bu Türkiye Cumhuriyetinin geleceğinin teminatı olan çocuk veya onu omzuna alan baba siz olmıyasınız.



İşte olay tören geçitle birlikte başlardı hani ebeveynlerimiz biz resmi geçit izleyelim diye bizleri getirmişlerdi nerde onlar bizden daha çok kendilerini kaptırmışlardı Mehmetciğin yürürüşüne ve bandonun ritmine bir bakın o zaman annenizin,babanızın yüzüne,gözlerine inanınki ne babanızı nede annenizi görebileceksiniz o zaman tek göreceğiniz şey yüce Türk milletinin çoşkusunu,heyecanını Mehmetciğine güvenini ve onlarla gurur duymasını ve Türkiye Cumhuriyeti bölünmez bütünlüğüne inancını vücudunun her zerresinde kabul etmiş Türk insanını


Neden bu çoşkuyu yaşıyanlarda biri siz olmayasınız.


Neyse lafı uzatmayalım ister daha evvel gitmiş olun veya gitmemiş olun hadi gün bu gündür ebeveynseniz alın çocuklarınızı törene gidin eğer çocuksanız ebeveynlerinize rica edin sizleri götürsünler sizlerin sayesindede onlarda bu çoşkuyu heyecanı yaşasınlar inanınki sizlerden çok daha fazla bu çoşkuyu yaşıyacaklardır Mehmetciğimiz yürürken elleri patlayıncaya kadar alkışlayacaklardır göz yaşlarını saymıyorum kimi dışına akıtır kimide içine bu çoşkuyu yaşıyacaklarda hele bir kalkabilseler oturdukları yerden.

15 Ağustos 2009

Hasretim ve Özlemim












Bundan sonra ağustosta gelmiyeceğim,çok sıcak oluyor dayanamıyorum,eylül veya ekimde gelirim diyordu,halbuki bilmiyorduki birdahaki ağustos ayını göremiyeceğini,insan yalan söylermi,hemde büyük günah olduğunu bildiği halde,üstelik hemde babasına karşı,evet,evet bir evlat olarak söyledim,her zaman her şeyi en doğru şekilde ifade ettiğim halde,’’sen ölüyorsun baba’’… dememek ve umutlarını tüketmemek için yalan söyledim,canım babam nefes darlığı çektiğini sanıyordu yalanlarımızdan dolayı.

Ne güzel yolcu etmiştik tatile yollarken o bembeyaz saçlı cemali güzel ruhu güzel adamı,öksürüğünü basit bir soğuk algınlığı sanarak,klimalardan uzak dur tembihi ile halbuki bizde gidecektik senelik iznimizde hep beraber tatil yapacaktık,kimbilirdiki kaderin bizleri ayrılığa götürdüğünü.

Zamansız çalan kapı zili ile telefon sesi her zaman için tedirgin etmiş ve kapıyı veya telefonu açana kadar geçen süre zarfında ne endişeli düşünceler oluşurdu kafamın içinde,yine böyle bir zamansız çalan cep telefonunun sesi ile irkilerek,telefonu açtım,kulağımda annemin o güzel sesi ama üzgün ve bir o kadarda bir şeyler gizliyormuş ses tonu ile ‘’gelmiyormusunuz babanın durumu iyi değil’’… diye ifade edişi,öyle anlar vardır ya zaman birden durur ne düşüneceğini,ne söyliyeceğin bilmezsin,vucudun ordadır ama sen yoksundur,seni sen yapan düşüncelerindir,işte böyle bir kısa devre anı yaşadım,bu kısa devre olayı babamın ak ve pak yolculuğunun,benim hasretimim,özlemimim dayanılmazlığa ulaşacağı olan geleceğimin işaretiydi.

Gece yarısı olmuştu,İstanbuldan akşam saatlerinde çıkmamıza rağmen,şımarıklıktanmıdır veya başka isim bulamadığımızdanmıdır yazlık diye ifade ettiğimiz fakirhaneye yeni gelmiştik ,balkonda hal hatır sorma klasik işlemlerinden sonra olayların gidişatını anlatırken anacığım ağzındaki baklayı çıkardı

‘’Babanız Kanser çocuklar’’...

‘’Doktor sizi İstanbula sevk etmiyorum,orda iş olsun diye keser biçerler,boşu boşuna kesilmiş biçilmiş olur,bu aşamadan sonra yapacak hiç bir şey yok’’...


Neyin nerden,kim tarafından takdir edildiğini bildikten sonra,amenna diyerek teslim olup takdiri ilahi karşısında boyun kesmek,birer kul ve fani olarak bizlerin vazifesiydi.


İnsan her zaman için en sevdiklerinin acı kayıplarını yaşayacağını düşünürde,nasıl vefat edeceklerini düşünmez,yanlızca kendini nasıl bir son beklediğini bazı zamanlar düşünür,işte bu düşüncelerin tam tersinin düşündüğüm günlerin arifesindeydim,canım dediğim babam hakka nasıl yürüyecekti,kelime-i şahadet getirebilecekmiydi,yoksa dayanılmaz ağrılarının verdiği acı ile isyankarmı olacaktı


Annacığımın içimi dağlıyan kor ateşi haberi ile,yol yorgunluğunu bahane ederek,savunma mekanizmasımı diyelim,yoksa o an için olaylardan kaçışmı diyelim bilemiyorum,sıkıştığım her zaman için yaptığım uykuya kaçış,sanki uyanınca bunlar olmamış olacak veya gördüklerin bir rüyadan başka bir şeyler değilmiş diyecekleri beklentisi içinde,benim gibi zayıf insanların saklandıkları bir şeyler vardır benim sığınağımda uyku,onun için sığınağım olan uyumaya çekildim.


Derinden bir sesler geliyor,anlaşılmaz tuhaf böğürtüyü andıran sığınağında saklanan ruhumun bedeninin kulağına.


‘’Ölüyorum ben’’...


Nasıl yataktan kalktığımı bilemiyorum,tek bildiğim omuzumdaki dayanılmaz acı,sesin geldiği tarafa giderken omzumu kapının pervazına vurmuşum,ne şekilde yataktan fırladıysam,nasıl fırlamayayım canım babam ‘’ölüyorum ben’’... diyordu,benim babam nasıl ‘’ölüyorum ben’’ ... derdi,yoksa korkularım gerçekmi oluyordu babam isyanmı ediyordu,belki başkaları için çok doğal bir durum olabilir, ‘’Ölüyorum ben’’ ... kelimesi,başkalarına göre doğal olan bana göre anormaldi,benim baban ‘’ölüyorum ben’’… diyemezdi,dememeliydi,babama,bana ve bize yakışmazdı.

Evin içinde bir koşuşturmadır var,meğerse canım babam hastalığının verdiği öksürükten dolayı tükürme ihtiyacı hissetmiş,anacığımdan tükürük kapı istemiş,onlar tükürük kapı yetiştirme içersindeyken,korkularının esiri olmuş bendeniz,boğuk öksürük ile ‘’kap getirin’’… cümlesini,’’ölüyorum ben’’ ... diye anlamışım,Hamd olsun o an için korktuğum gerçekleşmedi.


Hastalığın seyrinin daha ağırlaştığı ve zahmetli olduğu zamanlarda yeniden dönmek üzere İstanbula dönmeye karar verdik,iznim bitmişti çalıştığım iş yerinde iş başı yapmam gerekiyordu,malum geçinebilmek için çalışmak gerekiyor,anacığım babama ‘’çocuklar yeniden gelmek üzere İstanbula dönecekler’’... demiş,canım baban benim için ‘’gitmesin o güçlüdür,kalsın’’... demiş,anacığım bu ‘’ gitmesin o güçlüdür,kalsın’’... lafını bana söylediğinde o kadar mutlu oldumki,bir evlat için ne güzel bir söz bu böyle ‘’gitmesin o güçlüdür,kalsın’’... sözü,hayatı boyunca çalışmasını çok ama çok seven birinin,dünya bir tarafa evlatları bir tarafa mantığı güden,evlatlarının rahatı için kendisini feda eden birinin,evladının işsiz kalacağını bile bile, ‘’o gitmesin’’… demesi ne şaşılacak bir durum değilmi ?

Kimbilir belkide durumun farkına varmış,belkide hem bedensel güçlü oluşum,hemde ruhsal olarak güçlü oluşumumdan dolayımı dedi bilemiyorum,ama şu bir gerçekki her zaman için inanç konularındaki düşüncelerime ve sözlerime kıymet verirdi,her bir şeyin en ince ayrıntısına kadar bildiğimi ve bazı şeylerin özüne vakıf olduğuma inanırdı,her duyduğu dini sözü ve olayı
gelir bana onaylatırdı,benim anlattıklarımla kalbi mutmain olurdu canım babamın.


Babam evin dışında bir simit bile alıp yemezdi,çocuklarının o an için boğazlarından geçmiyor diye,bizler ise soluduğumuz havayı bile sakladık ondan,aldığımız oksijen tüpünü bile babamın arkası dönükken görmesin diye eve öyle getirdik ve sakladık,bir defa tadarsa devamlı ister alışkanlık yapar,bu alışkanlık sonucu ilerleyen günlerde bu tüpün verdiği oksijende yeterli gelmez diye,daha çok zor günler için sakladık,sakladık ‘’baba senden havayı bile sakladık’’...


Garibimin içi yanardı hastalığının verdiği hararet ile buzlu su isterdi içmek için, ayaklarına leğen isterdi soğuk su koyardık ayaklarını leğenin içine soğuk suya sokardı rahatlamak için,bazende ‘’başıma soğuk su dökün’’… derdi,içinin yandığında kavun verirdik buzdolabından çıkmış soğuk kavunu nasılda yerdi,çok hoşuna giderdi rahatlattığı için devamlı kavun isterdi,babamın odası evimizin lodosa bakan odasıydı,yatamazdı çekyatın üstüne oturur başını lodos esen pencereye koyar öyle uyumaya çalışır,uyuyamazdıda ,bir şeye ihtiyacı olur,yanlız kalmasın diye nöbetleşe başında beklerdik,nöbetin bende oldu vakit odada ayakta beklerdim,taki yorulana denk,yorulduğum zaman çekyatın dibine çökerdim,babamın ayaklarının dibine,yerde olduğum için babamın kaba eti yüzümün hizasına gelirdi,kavun yediğinden dolayı çok gaz olurdu ve hastalığının verdiği durumdan dolayıda gazı salardı yüzüme,yüzüme,ne güzel kokardı sen kokan kavun kokusu,’’özledim be baba çok özledim yüzüme yellenmeni bile özledim’’...

İki elimizin parmaklarını geçmeyecek zaman süresinde olaylar gelişti,son gecelerinde iyice ağırlaştı,ağrıları çoğaldı artık inliyordu,acılardan uyuması bile mümkün değildi,elimizden hiç bir şey gelmiyor,ancak dua ediyorduk,dualarım sağlığına kavuşması için değil,imanını kaybetmemesi için Allah Cc hazretlerine yalvarmaktı,babacığımın diline zikir vermesi,canını teslim edeceği zaman ruhunu kabz etmeye gelen melekul mevt ve yardımcılarının gül yüzlüler olarak gözükmeleri ve canım babacığımı korkutmamaları içindi dualarım,en büyük korkum,babacağımı korkutacakları olmuştu,Allah Cc dualarımı kabul etsin diye,naz makamında olan evliyanın büyüklerini büyük bir çoğunluğunu aracı olarak dualarıma eklemiştim,Allah Cc bu günahkar kulunun duasını kabul etmese bile,kendine dost olan evliyaullahın yüzü suyu ve hatrı hürmetine dualarımı kabul eder diye,Hamd olsun Allah Cc hazretleri dualarımı kabul eyledi,evliyaullahın ruhaniyetide bizlerin yanında oldu.

Saatler geçmek bilmiyordu,geceler o kadar uzunduki sanki güneş bir daha doğmuyacak sabah olmıyacak sanıyordum,babacığım inildiyor,bu iniltiler bana endişelerim ve korkularım yüzünden ah,vah gibi kulağıma geliyordu,
‘’sabır babacığım sabır Allah de’’... diye telkinde bulunuyordum,babacığım zar zor başını bana çevirdi ve feri gitmiş gözleri ile bakarak,inilti ve homurtu karışımı kısık bir ses ile,
‘’Allah,Muhammed diyorum oğlum’’…,
‘’Allah,Muhammed’’... dedi
Allahu Ekber,yüce rabbim sana hamdü senalar olsun,ne güzel bir müjde bu,babacığımın diline zikri yerleştirdin,benim korkularımıda yok ettin.

Geçmek bilmez bir gecenin sonunda güneş doğmak üzereydi,babacığım balkona çıkar beni dedi,on metrelik balkona giden yolu,onbeş,yirmi dakikada defalarca mola vererek gittik,nefes alamadığından iki adım atıyor ve tıkanıyordu,tıkandıkca mola veriyorduk,kucağıma veya sırtıma alamıyordum bir yerini acıtacağım endişesi taşıdığım için,balkona çıkınca sandalyeye oturttum,mecali kalmadığından başını masaya yasladı,masa ile başının arasına yastık koydum,hani ecel teri döküyor derler ya,ilk defa ecel teri görmek babamda nasip oldu,babam ecel teri döküyordu,teri göğsünden göbeğine süzülüyor yere damlıyordu sabahın ayazında.

Gün doğdukdan sonrada bir veya iki kere çıktık balkona,babacığımın gözü devamlı saatteydi,saati göremediği zaman bile, ‘’saat kaç oldu’’... diye devamlı soruyordu,sanki birine randevü vermişte veya biri gelecekte onu bekliyordu,zamanı öğrenip ne kadar kaldı diye,
‘’hadi beni odama götürün’’...dedi,ev ahalisi kalkmışlardı kimileri kahvaltı hazırlığı yapıyor,kimileride babamın yanındaydılar,iki kişi babamın kollarına girerek odasına götürmeye çalışıyorlardı,yine sık,sık mola vererek,her molada sandalyeye oturuyordu, ama ne olduysa oldu odasına iki metre kala verdiğimiz molada,’’beni yere indirin’’... dedi,hep beraber babacığımı yere indirdik şilte getirerek üstüne yarım yatar şekilde oturttuk,çok zor nefes alıyordu,

Aniden büyük torununu kast ederek ''T..... nerde’’... diye seslendi,''markete ekmek almaya gitti''... diye cevap verdiler,artık iyice nefes alışı zorlanmaya başlamıştı,yelpaze ve vantilatör kafi gelmiyordu,babacığımızdan sır gibi sakladığımız oksijen tüpünü ortaya çıkarma vakti gelmişti,oksijen tüpünü getirdik ve burnundan hava vermeye başladık,daha iki nefes almamıştıki,rahatsız oldu, ''çıkarın bu şeyi burnumdan''... dedi,bizlerde çıkarttık tam o sırada büyük torunu marketten geldi,''Baba T..... geldi'' diye söylendi,babamda kendini zorlayarak,’’T.... ben gidiyorum’’.....diye seslendi,
ölmekmi yoksa gitmekmi?
Hz Yunusun dediği gibi ''ölen hayvanmış,aşıklar ölmez''...babam ölmüyordu,babam gidiyordu,yüce rabbbim sen işini bilirsin,hak edene hak ettiğini verirsin.

Bir sesleniş daha zorlayarak,derinden''N…. gel ayaklarımı ovala''... diye anneme seslendi,annem ayaklarını ovalarken,bir çoğumuz abdest alarak tesbihata başladık,kimimiz yasini şerif okuyor,kimimiz zikr ediyor,kimimizde bildiği duaları okuyor bir yandanda rahat nefes alsın diye yelpaze ile yelliyorduk,etrafında müstakbel zevcesi,evlatları,gelinleri,torunları ve baldızı vardı,ne güzel değilmi ?
Allah Cc bizlerinde son nefesimizi verirken,sevdiklerimizin yanımızda olmasını nasip ve ihsan etsin.

Gerçekten yüreğinle sevdiği,beyaz kız dediği aşkına,’’N…. Hakkını helal et’’… dedi,derkende o nefes almasındaki zorluklar ortadan kalkmış,sanki ciğerlerinde hiçbir problem yokmuş gibi çok normal vaziyette nefes alıyordu,bizlerinde artık yelpaze sallamamıza gerek kalmamıştı,annem ‘’helal olsun,sende hakkını helal et’’… dedi,ne oluyordu bize hakkını helal etmeyecekmiydi yoksa,ani bir refleksle heb beraber koro eşliğinde,’’baba bizlerede hakkını helal et’’… diye seslendik,aslında bu hakkını helal etmez diye seslenişimiz bir panik değil,biliyorduk her zaman için hakkını helal ettiğini,ailesi ve çocuklarını canından çok düşünen bir kişinin başka bir türlü davranması düşünülemezdi bile,bizimkisi adet olanı yerine getirmekti.

Babam hayatında hiç zemzem içmezdi ve içmemiştide,sorardık ‘’neden içmiyorsun’’… diye,’’zemzem içmeye layık bir ağızım yok,günü gelince içerim’’… derdi ve günü geldiğinde kaşık,kaşık kana,kana içti,Allah Cc suyuna böyle saygı gösterenin içinin hararetini zemzem ile söndürmezmi ?

‘’Tilki’’… diye avazı çıktığı kadar yüksek bir ses tonu ile bağırdı,çocuklar gelişen olaylara şahit olmasınlar ve aslında bu gibi durumlarda olabilecek ters durumları görmesinler ve hafızalarına yer etmesin diye çocukları balkona çıkarmıştık,küçük torununa tilki derdi,küçük torun uyanık bir şey olduğundan dolayı,eve gelir herkese selam verir küçük torununada ‘’tilki naber’’… derdi,küçük torunda dedesine ‘’tilki iyidir’’ derdi,kimi kelimelerin kullanılması çok saçma gelebilir ama o saçma dediğimiz kelimeler bir birlerini sevenlerin,sevgilerini en iyi ifade ediş şeklidir,küçük torunda dedesinin son anlarındaki ‘’tilki’’… diye veda niteliğindeki bağırmasına,balkondan oda ‘’tilki ‘’… diye cevap verdi,dedesine son seslenişiydi.

O kadar rahat bir şekilde tane tane kelimeler dökülü verdi kainatın kandili olan ve insanın kulluğunun idrakinin mührü olan mübarek kelimeler,mübarek ağzından,insanların,cinlerin ve meleklerin şahitliğinde dökülü verdi.

‘’Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu’’

Ve büyük bir sessizlik,özlem ve hasret…


Anacığımın laf,lafı,konu,konuyu açınca defalarca yinelediği bir söz vardı,’’babanızın teri çok güzel kokar çocuklar,babanızın terini koklamak çok koşuma gider’’… derdi
Evet baba senin terin çok güzel kokuyordu,’’ter kokunu özledim baba’’...
Sen evine gitmek için kalkar kapıya doğru yönelirdin,bende seni yolcu etmeye peşinden gelir sana sarılırdım,’’hadi varmısın güreşe’’… derdim,sen ise ‘’hadi ordan sen ayısın,ben senle güreşebilirmiyim’’…derdin,’’sana sarılmayı,bana ayı demeni özledim baba’’…
Hep bana ‘’sen ölü soyucusun’’… derdin,evet baba çok ölü soydum,senide soydum baba,sen tertemizdin,ak ve pak’’senin ak ve pak bedenini özledim baba’’…
Hiç sevmezdin kendini öptürmesi ama,bir şey olduğunda her zaman beni ikna edebilmek için’’ölümü öp’’… derdin ya,teneşirde çok güzel duruyordun,çok yakışıklıydın,alnından öptüm seni baba,hala bu öpüşün tadı dudaklarımda,’’seni zorla öpmeyi özledim baba’’…

Seni çok özledim baba,babam olduğun için,dostum olduğun için,arkadaşım olduğun için,BABA seni sen olduğun için çok özledim…

Hepimiz Seni Çok,Çok Özledik….



Ve


15.08.2000 yılının üstünden tam tamına 9 koca yıl geçti,hasret içinde anılar ile.

4 Ağustos 2009

ÖZ'den SÖZ'e,SÖZ'den HAL'e ( 2 )


''Yer demir,gök bakır olsa, yerden en ufak bir ot bitmemiş olsa, gökten bir damla yağmur damlamamış olsa, bütün kainatakiler benim çocuğum olsa, akşam ne yiyecekler diye bir an bile düşünmem.''
Rabia Adeviye k.s





Fakirin nasibi,rızkı olan, yaşamaya çalıştığı,sözler deryasında bir söz.
Teslimiyeti rızk konusunda en iyi anlatan bir söz, bu sözü arzularımız,isteklerimiz,güvensizliklerimiz,acabalarımız doğrultusunda düşündüğümüz zaman,gassilin elindeki bir meyyit gibi,teslim olmak babında,yarıncılıklarımızı öldüren,ya olmazsa,ya bulamazsam şüphelerini def eden,Hakka karşı en zayıf yanımız olan rızk konusunda tam bir teslimiyet sağlayan,teslim olan O Allah Cc hazretlerini dost edinen Hak aşıklarının,Ah Teslimiyet nidası ve keyfi içindeki hallerinin tezahürü değilmidir bu halleri.
Ne mutlu o teslim olanlara,ne kadarda yazık değilmi bendeniz gibi indirimli seri sonu reyonlarında,yarınlarımız mechul olduğu halde,gelecek sezon için bir kaç çul kapma sevdasında olanlara.
Hadi bakalım şimdi şöyle bir soru gelebilir,''verirsin talkımı yutarsın salkımı'' diye,ne işin var kardeşim indirim reyonlarında,evet sizde haklısınız bir çelişki var gibi gözüküyor,ama unutulmamalıdır yanlız değiliz,bir aileye,bir topluma mensubuz,bu teslimiyet birey olarak yaşanır,herkes aynı istikamete bakamaz ve aynı kiloyu kaldıramaz,deli yaftası yememek için,takarsın maskeni reyonların en aktifi olursun,onlar zanneder sen onlarlasın,sen bilirsinki onlardan uzak O'na yakınsın,hiç hayatınızda rol yapmadınızmı,yapmayın canım her şeyde rol kesiyoruz,bir rolde bunun için keselim,en azından bir rol olduğunun,rolun altına sakladığımız teslim olmaya çalışan ve bu teslimiyetin keyfini süren bir kul bilinci ile.
Ya rol kes,yada deli ol,sen sen ol hakikatte teslim ol !
Allah'ın Selameti Üzerinize Olsun.....

ÖZ'den SÖZ'e,SÖZ'den HAL'e


Kimileri için söz, öz'de olsa hiç bir şey ifade etmez, kimileri içinde bir söz mest olmasına sebep olur, sarhoşluğu günler,aylar bazende yıllar sürer, hayata bakış açısını değiştirdiği gibi kendi kişiliğini yansıtan puzzle portresinin bir parçası olur.Söz delisi birisi olarak, bu deliliğe rağmen hiçbir sözü hafızasında saklamayan, bu hafıza zayıflığına rağmen sözün özü olarak benimsediğim sözlerin ve hallerin fakirdeki etkilerinin üstüne bir kaç kelam eylemek,gerçi sözün üstüne söz olmazda, haddimizi aşarak o etkilendiğim sözleri ve halleri hem açığa çıkarmak, hemde iç dünyamdaki izlerini yazıya dökmek niyetimizdir, niyetimiz hayr olur inşallahu teala.
Yanlız şunuda belirteyim, sözlerin cümle yapılarında eksiklik olabilir, tamamen hafızamda kalan şekli ile yazacağım, doğrulamak için hiç bir yere bakmadan, referans almadan, tamamen hafızada kalan, bu aradada hafızamı test etmiş olurum,bakalım hafıza kaybı başlamışmı,şaka tabiki hafıza dediğin nedirki,O neyi bildirirse onu biliriz,neyi hatırlatırsa onu hatırlarız değilmi?
ÖZ'den SÖZ'e,SÖZ'den HAL'e yapıcağımız hasbihallerde buluşmak dileklerimle.

24 Mayıs 2009

Benim Okulum

Nerden,nereye yeğenim olacak okula gidecek,hemde benim gittiğim ilk okula,yeğenimin müsameresi olacak,bende yeğenimin müsameresini izlemek için yıllar,yıllar sonra beş sene okuduğum okuluma gideceğim ve beş senelik hatıraları üç saat süresinde bütün duyu organlarım ve duygularım ile yaşıyacağım.
Evet efendim cuma günü okuluma gittim,okulumun giriş kapıları değişmiş,değişmeside çok normal bir olay,bizim zamanımızda öyle öğrenci servisleri filan yoktu,tabanvay veya dolmuşla giderdik okula,şimdilerde servis araçları okulun içine kadar giriyor,şimdilik minik olan yarınlarımız rahat etsinler diye,bir zamanlar sinema olan şimdi düğün salonu olan kristal sinamasının yanındaki servis kapısından okul bahçesine girdik,tenefüs vaktiymiş,o minik yürekler nasıl koşuyorlar,nasıl oynuyorlar o geniş olan her santimetrekaresinde ayak izim olan ön bahçede,ilk orda istiklal marşını okumuştum,ilk orda sıraya girmeyi öğrenmiştim,ilk tenefüs ile orda tanışmıştım,ilk orda en iyi öğretmenin sınıfında olma gururunu yaşamıştım,her tenefüs tek kale maç yapardık iki ağaç arası kale olurdu,takımlar değişmezdi şöyle bir sıralayayım bakalım hatırlayacakmıyım takım oyuncularını,Ahmet,Ali Şükrü,Erkan,Enver ve kaleci olarak bendeniz,işte uzun yılların etkisi iki kişi daha olacaktı hatırlayamadım,bazende sınıflar arası bahçeyi boydan boya maç sahası olarak kullandığımız maçlar yapardık,hala iki elimin işaret parmaklarımda o kalecilik günlerimden kalma sakatlığı taşırım,okulumuzda önlük yoktu,sınıf üniformaları vardı her sınıfın kendi üniforması,üniforma olmasına rağmen,öğretim yılının büyük bölümünde herkes normal giysileri ile gelirdi okula,okul traşı nedir bilmezdik,saçlarım omuzlarıma kadardı,o zamanlar ilk öğretim beş seneydi,orta okulu başka okulda okurduk,bu saç yüzünden orta okulun ilk gününde okuldan kovulmuştum.
Neyse konuyu dağıtmadan biz yine ilk okulumuzla devam edelim,okul binamızın giriş merdivenlerinden önünden geçerken,okula yazıldığım günü hatırladım,çünkü yazıldıktan sonra sevinç içinde eve dönerken o merdivenlerden,artık okullu olmanın heyacanı ve neşesi ile uçarak atlamıştım,insan hafızası ne güzel ayrıntıları ile yaşatıyor o günleri,renkleri,kokusu ve sesleri ile,okulumun yerine göre sinema salonu,spor salonu,müsamere salonu ve eğitim salonu olan büyükçe olan salonuna girdik müsamereyi izlemek için,salonun balkonları vardı onları kapatmışlar,kimbilir ne düşündülerse,benim okula gittiğim zamanlar her cumartesi günü o salonda ücretli olarak çok kaliteli filmler oynardı kimi zaman çizgi film,kimi zaman başka filmler,bu filmler sayesinde ilk defa orda tanıştım sevimli hayalet casper ile,her hafta bir iki derse bu salonda eğitici filmler gösterilirdi,yabancıların çektikleri,deprem,yangın,ilk yardım,orman,trafik kuralları ve çevre ile ilgili,filmlerin hepsi siyah beyazdı.
Müdire hanım kısa ve öz bir konuşama yaptı,bendenizi etkileyen cümlesi şu ''Mahmudiyeli olmak bir ayrıcalıktır'' oldu,evet kesinlikle Mahmudiyeli olmak bir ayrıcalıktı,okuldan mezun olmamın üzerinden çok uzun seneler geçmesine rağmen,o okulda öğrendiklerimle kişiliğim şekillendi,ailemden sonraki ikinci temel taşı bu okul oldu,okulumun değerli öğretmenlerini ve özellikle sınıf öğretmenim,ilk öğretmenin olan sayın Saraçoğlu hanımefendiyi saygı ile selamlıyorum,bu alemden göç etmişlerse onlara rahmet diliyorum.
Çocukluk düşüncesi ve hayal dünyası ile,ilk bu okulda Dev Gençli oldum,Dev Genç deyince,ayaklarında kocaman postallar olan çok büyük ayakları olan kocaman abiler olduklarını hayal ediyordum,ben Dev Gençliyim diye ahkam kesiyor ve gururla yürüyordum,Mahir Çayan yüzünden ilk siyasi dayağımı yemiştim,siyasetin ne olduğunu bile bilmediğim halde,şimdilerde bakıyorumda içimdeki hakkın yanında olma,doğrularımdan taviz vermeme,mazluma sahip çıkma,kimsenin önünde hiç bir menfeat için eğilmeme,dik başlı,anarşist ruhumun kor olan ateşinin kıvılcımları o zamanlardanmış.
Salondaki minderleri görünce beşinci sınıf olduğum zamanlar geldi aklıma,salonda o minderleri yere serer yüksek atlama çalışırdık,okullar arası atletizm yarışmaları için,okuldaki en iyi yüksek atlamacı,en iyi uzun atlamacı ve en iyi yüz metre koşucusuydum,taki o salondaki bir yüksek atlama çalışması sonucu sakatlanana kadar,hiç abartmadan söyliye bilirimki hem ben atletizim geleceğimi kaybettim hemde Türkiye çok iyi bir atlet olacak,bir atletini kaybetti,seneler sonra bile koca tümende bile atletizmde kimse benle yarışamamıştır.
Mahmudiye okulunun,bizim zamanımızda Aksaray ilk okuluydu adı,okulun adıda değişmiş,ne çok etkinlik vardı okulumuzda her sene bir kaç kez gezi düzenlerdik,bütün veliler birbirlerini bu vesile ile tanır yeni dostluklar oluşurdu,İstanbulda gezi yaptığımız yerler şimdi yok,her taraf beton oldu,insanların yürekleri gibi.
Beş sene bir okulda okursan ,iyi gözlem yaparsan hele birde çok yaramaz olursan,o kadar çok anın olurki anlatacak,biraz uzun bir yazı oldu hepsini yazmaya kalksam sayfalar yetmez,azda olsa sizlerle bir kaçını paylaştım,anılarımı yaşıyarak,gözlerim nemli olarak.
Ya işte bendenizde,bir zamanlar ilk okula gitmiştim.

Birinci ve ikinci sınıfa giderken bizim sınıflar alt kat ve girişteydi bu merdivenlerden aşağıya üst katlardan dört ve beşinci sınıflar inerlerdi,o inen dört ve beşler bizlere ne kadar büyük gözükürdü kocaman adamlar gibi.
Ön bahçe,o ağaçlar daha fazlaydı aradakileri kesmişler,işte bizim tenefüslerde oynadığımız tek kale maçlardaki doğal kalemiz.



Arka bahçe basket oynadığımız,potaların olduğu yer.

Nette bulduğum Aksaray İlk Okulunun yani Mahmudiye ilk okulunun çok eski bir fotoğrafı.

9 Nisan 2009

Toprak


Toprak nedense çok çekici ve sırlı gelir bana,mayamızın toprak oluşundanmıdır,yoksa güzelliklerin kaynağı olduğundanmıdır çözmüş değilim,kimbilir gidiş istikametim ona olduğundan dolayımıdır.

Üstüne gezindiğimiz,binbir türlü gıdası ile gıdalandığımız,kimselere emanet edemediğimiz hazinelerimizi sakladığımız,en önemlisi en sevdiklerimizi emanetci olarak emanet ettiğimiz toprak.

Bilmiyorum sizlerinde varmıdır toprak özlemi,toprak üstünde yaşarken toprak özlemi çekmek,toprak heryerde topraktır ama,özlem içinde olduğum topraklar farklıdır,özeldir bağrında sakladıklarından yada şahit olduklarından dolayı,hasret olduğum doyasıya koklamak istediğim,yüzüme gözüme sürmek istediğim toprakların başında O güzeller güzeli efendimin kabri şerifinin toprağı gelirde,öyle bir imkan söz konusu olmadığından dolayı imkansız gibi gözükmekte,lutuf olarak gösterirse koklatırsa manada yüce yaradanım ne ala,her gece yatarım ölümün yarısı olan uykuya o niyetle.

Nasip etti götürdü yüce yaradan o güzel beldeye bu fakiri,asıl niyet hac farizası olsada,özlemim cennet-ül bakide isyankarlığıma,günahkarlığıma bakmadan,isyankar ve günahkar ruhumu ve bedenimi bırakmaktı,ama olmadı,ya zamanı değildi yada layık görmediler o cennet bahçesindeki toprağa,güzeller güzeline komşu olmama,yinede ümitlerim tükenmiş değil,cahilliğimin verdiği cesaret ve yüzsüzlükle bekliyorum emri manevi bir daveti.

Diğer toprak özlemlerimden biride kerbela toprağı olmuştur,ne hayaler kurmuştum halbuki, o kerbela toprağına yüzümü gözümü süreceğim diye,o ırakdaki olumsuzluklar yokmuki engel oldu karayolundan gitmeye,çok isterdim görmeyi koklamayı,avuntusu eskiden gidenlerin getirdikleri kerbela taşları oldu koklamaya,nazar etmeye.

Aslında Geliboluyu anlatmaktı yazının başındaki amacım,Geliboludan,Gelibolu toprağından dem vurmaktı ukalacasına,ama duygularım karıştı,harfleri dağıttı,cümleler farklılaştı,gidişatın seyrine bıraktım kendimi,demekki böyle gerekiyormuş diye,fenada olmadı bu karmaşa bir yön gösterdi bundan sonraki yazıya,Mekke,Medine ve Gelibolu üstüne kelam eyleyeceğiz inşallah nasip olursa.
Allah Cc Rahmeti,Bereketi ve İhsanı sizlerin üzerine olsun.

31 Mart 2009

Er Kişi Niyetine

İzliyorum tv denen o kutudan adam gibi bir adamın,yolcu edilişini,uğurlanışını fani alemden,alemi bekaya,duyuyorum okunan,her zaman için içimi burkan bir ses olan selasını,sayamıyorum kalabalıkları,göremiyorum tv başından izleyenleri,göremezemde eminimki binlerce,milyonlarca çift göz,binlerce,milyonlarca tek yürek izliyordur nemli gözlerle adam gibi adamın yolcu edilişini.

Ailesi geliyor kocatepe camii'ne,adam gibi adam mübarek bir evlada sahip olan eli öpülesi mübarek annesi ayakta dik durabilmesi için dayanak olan omuzlar,kollar,eller ve yürekler arasında,dünyanın en zor şeyi ve acısı olan evlat yitirmenin ciğerindeki yanıkların acısıyla.

Şimdi okunuyor kocatepe caminden öğle vaktinin duyurucusu,namazının davetcisi olan ezanı muhammedi,cınlıyor gökkubbede müezinin gür sesi ile haydi namaza,haydi felaha diye sedası,kör gözleri,sağır kulakları açarcarsına,mühürlü gönülleri etkilemesede.

Al bayrağın ve çiçeklerin altında uzanmış yatıyor musalla taşında,taş üstünde yatsada,üşümüyordur artık,özlemleri ve üşümeyi bizlere bıraktı emaneten,asıl emaneti hakka verirken.

Çok cenazeler gördüm,ünlü denen millete mal olmuş kişilerin,kâh alkışlanan,kâh tekbir getirilen,ölümden etkilenilmezmi,etkilendim tabiki,ama bu başkaydı,bu farklıydı,ne yaşından,ne liderliğinden,tek kelime ile adam gibi adam olmasındandı,içimdeki burukluk,dudaklarımdaki titreklik,gözlerimdeki nemlilik.

Bir namazlık saltanat olan cenaze namazı,Diyanet başkanın Allah için namaza, Resulullah için salavata, meyyit için duaya,Er kişi niyetine,Allahu Ekber tekbiri ile başladı,er kişinin namazı kılınırken,imam efendinin arkasında duran,er kişinin mahdumu Furkanı gördüm,yetim gözlerimle,yetim Furkanı,kalabalıklar içinde yanlız,babasına bir metre mesafedeyken babasız olarak.

Nasıl bilirdiniz ? İYİ BİLİRDİK
Hakkınızı Helal Ediyormusunuz ? HELAL OLSUN,HELAL OLSUN,HELAL OLSUN

''Ey sonsuzluğun sahibi,sana ulaşmak istiyorum'',diyordun adam gibi adam işte gidiyorsun yolun açık,makamın cennet,kabrin nur,vuslatın mübarek olsun.

İmreniyorum sana,gidişinin ardından.

8 Mart 2009

Yağ Parası,Mum Parası ve En Önemlisi Sizlerin Duası



Yine bir kandil günü ve gecesi yaşayacağız,her kandil gecesi bir birinden değerlidir ama,fakire göre en önemli olan bir gece, bu gece.
Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgilinin bu aleme geliş,veladet,doğuş gecesi, aşıkların yılbaşısı bu gece, hak teala öyle buyurmadımı ''sen olmasaydın alemleri yaratmazdım diye'' onun yüzü suyu hürmetine yaratılmadıkmı,yaratılmışla kalmadık torpilli olarak ümmetinden yazılmadıkmı,ya işte bundan daha iyi torpilmi olur yoksa ödülmü.
Layıkmıyım ümmeti olmaya,kapısında kıtmiri olmaya talip olduğum halde, o kutlu ashaba bakınca hiçte layık olmadığımı çok net anlıyorum.
Gaflette olmamdan dolayı,cahil insan cesaretli olur sözüne uygun olarak hiç bir şeyden korkmadığım halde, tek bir korkum ve üzüntüm var, yarın bir gün huzuru mahşerde o güzeller güzeline işte senin ümmetinden olan bu kişi diye takdim edildiğimde o güzeller güzelinin o gül yüzünü kızartacağım ve o güzeller güzelini mahcup ederek haya ettireceğim için her gün binlerce kez göz yaşlarımı kah içime akıtarak kah dışıma akıtarak boğularak ölüyorum.
Tek isteğim dostlarımda şu nefsine hakim olamayan,nefsinin pençesinde oyuncak olmuş gafile dua etmeleri olur, sırati müstakimde sabit kadem eylemem için.

Dualarınızı eksik etmeyeceğinizi umarak hadi biraz eskilere gidelim.

İlk önce en fazla üç kişiden oluşan bir ekip kurmak,daha fazla kişi olursa, ortak sayısının artacağından kar oranı büyük ölçüde çok düşük olur,en ideali üç kişidir,daha sonra ufak bir boy teneke kutu bulmak ve bu teneke kutunun bir çok yerinden delikler açmak ve en önemlisi bir gecelikte olsa bu kuracağımız ortaklık şirketi için sermaye temini,ne sermayesimi ? ekipman alacağız ya onun sermayesi,öyle hayali bir ortaklık değil bu ortaklık, sermaye olacak,ekipman olmazsa olmaz,duyguları sömürmek için slogan ve çok iyi bir pazar araştırması.

Astarları gazoz kapağı koymaktan delinmiş ceplerimize o minicik ellerimizi daldırarak kıyıda köşede kalmış bir kaç kuruşu toplayarak,bir mum ve bir kutu kibrit almak,bir muma bir kutu kibrit çok değilmi ? değil efendim bazen rüzgarın esmesinden,bazende ters insanların hiddetinden kaçarkem mum sönüyor, onun için kibritin kutu olması iyi olur.

Geçmişteki ortaklıklarımızdaki deneyimler ve yeni pazar araştırmaları sonucu ile elde ettiğimiz yağlı kapılar bilgileri doğrultusunda, güzergah planları yapmak ve belirlemek.

Slogan işi kolay,bizden evvel bu yollardan geçmişlerden kopyaladığımız ve çok etkili bir slogan olan ''Yağ parası, mum parası, Akşam oldu kandil parası'' dillerimizde ve zihnimizde sözleri ve müzikal makamı hazır durumda.

Hazırmıyız hazırız ne bekliyoruz ? bir ses bir ışık
Ne sesi,ne ışığı ? Allahu Ekber,Allahu Ekber diye kainataki her canlı duysun diye ezanı Muhammedi'yi okuyan müezinin sesi ve belli günlerde yanan minarelerin ziyneti olan kandillerin o nur ışığı.

Ses duyduk,ışığı gördük,evde yemeğimizi yedik,ailemizle kandilleştik küçük olduğumuz için el öpmüşüzdür muhtemelen hiç para verilmediği halde bu el öpmeye karşılık,hadi bakalım icraat başlasın,ilk evden çıkan diğer ortaklarının evlerinin önünde ıslık çalarak onlarında bir an evvel gelmelerini ve iş başı yaparak işe başlamaları için bülbül gibi şakır.

Ekip tamam mum yandı icraat başladı,daha evvel belirlediğimiz güzerkahdaki yağlı kapılar merdiven otomatiğine basılmadan aydınlık olmasın,karanlık olsunda daha mistik ve hoş bir ortam olsun diye tek,tek çalınarak ''Yağ parası, mum parası, Akşam oldu kandil parası'' hep bir andan söylenerek ev sahibine duygusal baskı yapılır,ev sahibini vicdanının derinliklerine inilerek manevi bir titreşim bırakılır,ne kadar çok etki o kadar çok kandil parası demektir,bazen bu para hırsı insanı o kadar etkilerki daha çok kazanılsın diye uluslar arası takınılmaya başlanır (uluslar arası dediğim,başka mahalleler,globelleşmenin ilk adımlarını o zaman attık belkide) tabi belli bir vakitte eve dönülür ha en önemli şeyi unuttum o mum ışığı son demlerini yaşarken o loş ışığın eşliğinde toplan paralar sayırlır,adilce ve kardeşce bölüşülürdü o zamanlar bilmezdik zimmete para geçirmeyi.


Tüm İslam Aleminin ve Gönül Dostlarımın
Alemlere Rahmet Olarak Gönderilen
Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesselam Efendimizin
Dünyaya Gelişi Gecesi Olan VELADET KANDİLİ mübarek olsun.


''Melekler yüreğinizden öpsün''

17 Şubat 2009

Pirzolamı Tavukmu Terçih Senin

Başlığı okuyunca oha,dediğinizi duyar gibiyim,tabi sizlerde haklısınız,şimdiki zamandan geçmişe bakmak insanı şaşırtıyor olmalı,şimdiki ekonomik şartlarda pirzolayı tatmak hemen,hemen imkansız gibi bir olay,görmeye gelince sağolsun tv denen tek gözlü kutu,hiç bir alım gücü gözetmeksizin,reklamlar kuşağında,yada paparazi programları sayesinde hanelerimize girerek bizlere gösteriyor.
Ya ne kadar nankör bir adamım şu meşhur sözümüzü unuttum ''bir kahkaha,bir kilo pirzola yemektir'' bu söze görede günde kaç kilo pirzola yediğimizi siz hesaplayın,bendeniz matematik fukarası olduğumdan hesaplıyamıyorum.
Neyse efendim biz yine pirzolaya dönelim,evet biz çocukluğumuzda hep pirzola yerdik,çokmu zengindik,yok çok zengin değildik orta halli bir aileydik,pirzolaya olan tutkumuz maddi değil,alternatif olmadığındandı,günümüzde pirzolanın alternatifi nedir tabiki tavuk eti,ama o zamanlarda tavuk yemek hiçte kolay değildi,pahalımıydı yoksa sakıncalıymıydı,ne pahalıydı nede sakıncalı,tavuk yemek tamamen meşakkatli bir olaydı,deve alıp kesme ile eş değerdeydi,nasıl hiç bir zaman deve alarak kesip yememiş olduğumuz gibi tavuk yememizde belki senede üç defayı geçmezdi.O zamanlarda,kesilmiş ve parçalanmış tavuk satan dükkanlar yoktu,bazı semtlerde çok ender olsada canlı tavuk satan dükkanlar vardı,ama genelde tavuk temini semt pazarlarından olurdu,ilk önce pazara gideceksin,tavukcular bölümüne uğrayacaksın,kamışlardan yapılmış kafeslerden bir tavuk seçeceksin,ya pazarcıya rica ederek kestireceksin,kesilmiş tavuğu ayaklarından tutarak eve gelerek tüylerini yolacaksın daha sonrada kalan tüylerin giderilmesi için tüyleri tütsüleyeceksin,yada pazarda hiç kestirmeden canlı olarak eve getirecek,tavuk kesmesini bilen komşu arayışlarına başlıyacaksın,tabi pişirmeye çalıştığınız tavuk pişerse,hadi bakalım söyleyin tavuk yemek kolaymıymış ?
Bu yüzden tavuk yemeye hasret,pirzola ile büyüyen bir çocukluk geçirdim,sizler çok şanslısınız her gün evde ve dışarıda tavuk yeme imkanınız var,isterseniz yirmidört saatte pirzola yeme şansınız tv'dende olsada var.
Pirzola yiyeceğim diye çok kahkaha atmayın,fazla kahkaha kalbi öldürür,ama yüzlerinizden tebessüm hiç eksik olmasın,en azında yarım porsiyon pirzola olsa bile.
Allah'ın Selameti Üzerinize Olsun.....

17 Ocak 2009

Musalla Taşından






Musalla taşı bir sonraki yolcusunu beklerken,boş duruyormuş gibi gözüksede,bir an bile olsa hatırlatıyor ölümü gaflette olanlara.





Çocukluğumun bir bölümünde oyun mekanlarımızdan biriydi cami bahçesi,mevsimine göre dut ağacından dut yerdik,ayva zamanı ayva,çimen olan bölümlerde yakar top oynardık,hiç bir şey yapamasak bile dış kapıda oturur gelen geçeni izler,ona buna laf atar,çocukluğumuzun neşesini,şımarıklığını yaşardık,ha arada birde namaza başlardık belli aralıklarla,ne kadar ilgi alaka gösterirdi yaşlı amcalar ve dedeler bizleri camide görünce,nerde olursak olalım susadığımız zaman,susuzluğumuzu ya mahalle çeşmesinde yada caminin şadırvanından giderirdik,hiç kimse eve gidip su içmeyi aklının bir köşesinden bile geçirmezdi,eve girersem belki bir daha dışarı salmazlar diye,işte bu çocukluk dönemimdeki cami bahçesindeki oyunlarımızda musalla taşının fakirde başka bir yeri ve anlamı var,yer ve anlam deyince sakın farklı şeyler düşünmeyim,çocukcana yer ve anlam daha buluğa ermemişimki,bendeniz o musalla taşının bir başına geçerek köşelerinden tutarak halter diye kullanırdım,kol kaslarımın güçlenmesi için,ne kadar sevinirdim musalla taşının bir kenarı yerine sabitken öteki yerini kaldırabiliyorum diye,çocukluk işte ölümün adını bilirsin, gerçeğinden çok uzaksındır,bazen cenaze geçerdi mahalleden çömelmişken ayağa kalkardık,ellerimizi arkaya saklardık neymiş efendim cenaze tırnaklarımızı görmesin,görürse iyi olmazmış,kim soktuysa bu olayı aklımıza,o zamanlar olmazsa olmaz bir kural olarak bilirdik tırnak saklamayı,bu tırnak olayını hiç kimseyede sormamıştım yoksa bizim mahalleye özgü bir davranışmıydı kimbilir ?



Neyse efendim bu haftaki cuma namazında hutbeyi yabancı bir imam okudu,hutbede yabacı bir imam görünce,sanırım cenaze var onun imamıdır diye aklımdan geçirdim,halbuki ezan okunurken camiye girmiştim hiç cenaze görmemiştim ve musalla taşına hiç dikkat etmemiştim,işte düşüncelerimin senaryoya dönüştüğü an bu andır,düşünebiliyormusunuz en büyük ihtimalle ve çok büyük bir terslik olmazsa,eninde sonunda geleceğim ve üstüne konacağım bir namazlık saltanat süreceğim musalla taşı dikkatimi çekmiyor,belkide üstünde cenaze olmayınca yanlız bir musalla taşı bir anlam taşımıyor,bu düşünceler içindeyken karar verdim bizim caminin musalla taşının bir fotoğrafını çekmeye ve bilgisayarımın ekranına o resmi koymaya ve devamlı musalla taşının gözümün önümde olması,nede olsa o hancı benim gibi ne yolcuları uğurlamıştır dört asırı aşkın süredir kara toprağın altına.


Düşünce karmaşası içindeyken fotoğraf makinamın arızalı olmasından dolayı nasıl fotoğraflıyacağım musalla taşını derken,o an için musalla taşında kendi cenazemin olduğu düşünce ceryanına kapıldım,evet o musalla taşında benim cenazem vardı,ama ne cenaze hala dünyayı bırakmış değil üstelik düşünüyorda,düşünen adamın düşüncesindeki cenazede düşünüyor,acaba cenaze arabasını nereye park etmişler diye,trafiği engelliyormudur acaba,uzak bir yeremi park ettiler,hadi yanlış park etmenin tedirginliğini anladım,bir mevtada olsam bir vatandaşlık görevi olan bir olayın düşünen bir mevtanın düşüncelerinde yer alması,peki cenaze arabasının park yerinin yakınlığının ve uzaklığının alakası nedirki,o mesafede korku kardeşim,korku ne kadar uzak olursa cenaze arabası gidiş o kadar uzun sürecek.
Tabiki evdeki hesap çarşıya uymuyor bir saltanatlık namazım kılındıktan sonra,o kadar cenazeye katılmama rağmen belkide benimde yaptığım ama farkında olmadığım,acelecilik dikkatimi çekti,omuzlardaydım,sağolsunlar cenazeme ilgi alaka çok fazlaydı ama insanlar o kadar aceleci davranıyorlardıki bir an evvel bu iş bitsin herkes yerini bulsun diye,tabi bendeniz bir mevta olarak bu aceleciliği hayretle izliyor ve şaşırıyordum ve bir ses duydum
''Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.''
İmam efendi Nahl suresini 90. ayetini okuyordu hutbe bitmişti,Cumanın iki farzından biri olan hutbede şu fakirin cenaze namazını kıldırdılar ve o anı yaşattılar düşüncede bile olsa.
Allah'ın Selameti Üzerinize Olsun.....